Güler Yüz ve Tatlı Dil
İkramların en birincisi ve en önemlisi budur. Misafiri kapıda neşeyle karşılamak, "Hoş geldiniz, şeref verdiniz" demek, en pahalı ikramdan daha değerlidir.
İslam medeniyeti, bir merhamet ve muhabbet medeniyetidir. Bu medeniyetin en sıcak, en samimi ve en bereketli kurumlarından biri, şüphesiz ki "misafirperverlik"tir. İslam nazarında misafir, kapıyı çalan sıradan bir ziyaretçi veya bir yük değil, "Allah'ın gönderdiği bir hediye", rızkıyla birlikte gelen bir bereket elçisi ve ev sahibinin günahlarının affına vesile olan bir rahmet vesilesidir. Bu nedenle, misafire hürmet etmek, onu en güzel şekilde ağırlamak ve ona cömertçe ikramda bulunmak, sadece bir sosyal gelenek olmanın çok ötesinde, doğrudan doğruya imanın bir gereği ve Allah'a olan sevginin bir ispatı olarak kabul edilir.
İslam, birçok ahlaki erdemi doğrudan imanla ilişkilendirir. Misafire ikramda bulunmak da bu erdemlerin başında gelir. Bu, misafirperverliğin keyfi bir davranış olmadığını, bir müminin imanının sağlamlığının bir göstergesi olduğunu ortaya koyar.
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin...”Buhârî, Edeb, 31; Müslim, Îmân, 74
Bu hadis-i şerif, misafire ikramı doğrudan en temel iki iman esasına (Allah'a ve ahirete iman) bağlamaktadır. Ahirete inanan bir kimse bilir ki, misafire yapılan her bir ikram, aslında ahiret azığı olarak kendi önüne gönderilmektedir. Misafire sunulan bir bardak su, ahirette Kevser havuzundan içmeye; sunulan bir tabak yemek, cennet nimetlerine kavuşmaya bir vesile olabilir. Bu şuurla hareket eden bir mümin, misafiri bir yük olarak değil, ahiretini imar etmeye gelen bir fırsat olarak görür ve ona hizmet etmekten zevk alır.
Kur'an-ı Kerim, misafirperverliğin en zirve örneği olarak bizlere peygamberlerin atası Hz. İbrahim'i (a.s) takdim eder. O, "Halilullah" (Allah'ın dostu) unvanını, bu cömertliği sayesinde kazanmıştı. Rivayete göre, o sofrasına bir misafir oturmadan yemek yemezdi. O'nun bu ahlakı, Kur'an'da şu şekilde övülerek anlatılır:
"Hemen (onlara çaktırmadan) ailesinin yanına giderek semiz bir buzağı (kebabını) getirmiş, onların önüne koyup 'Yemez misiniz?' demişti."Zâriyât Suresi, 26-27
Bu kıssada, misafir ağırlama sanatının en ince dersleri gizlidir: Tanımasa bile hürmet etmek, misafiri mahcup etmeden süratle ikram hazırlamak, eldeki imkanların en iyisini sunmak ve tevazu ile bizzat hizmet etmek.
Peygamberimizin hayatından süzülen misafir ağırlama adabı, ev sahibine bazı temel sorumluluklar yükler:
İkramların en birincisi ve en önemlisi budur. Misafiri kapıda neşeyle karşılamak, "Hoş geldiniz, şeref verdiniz" demek, en pahalı ikramdan daha değerlidir.
Ev sahibi, misafir için borca girmemeli, aşırı külfete katlanmamalıdır. Önemli olan, eldeki imkanlar dahilinde, "mevcut olanın en iyisini" gönül hoşluğuyla sunmaktır.
Misafiri bir odaya oturtup, onu yalnız bırakarak başka işlerle meşgul olmak büyük bir saygısızlıktır. Ev sahibinin misafiriyle oturup sohbet etmesi esastır.
Misafir ayrılırken onu kapıya kadar geçirmek, memnuniyetini ifade etmek ve tekrar beklediğini söylemek, bu güzel ahlakın bir tamamlayıcısıdır.
İslam, tek taraflı bir sorumluluk yüklemez. Misafirin de ev sahibinin hukukuna riayet etmesi gerekir:
Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v), misafire ikram etmeyi doğrudan Allah'a ve ahiret gününe imanın bir göstergesi olarak belirtmiştir. Misafirin, eve kendi rızkı ve bereketiyle geldiğine, ayrılırken de ev sahibinin günahlarının affına vesile olduğuna inanılır.
İslam'da ikramın esası, maddi zenginlik değil, samimiyet ve gönül zenginliğidir. Güler yüz, tatlı dil ve eldeki imkanlar dahilinde sunulan (bir bardak su veya bir hurma bile olsa) ikram, en değerli olanıdır. Önemli olan, misafir için aşırı külfete girmeden, mevcut olanı cömertçe paylaşmaktır.
Evet, İslam'da misafirperverlik din ve inanç ayrımı gözetmez. Gayrimüslim bir misafire de aynı şekilde güler yüzle, cömertçe ve adaletle davranmak, ona en güzel ahlakı göstermek esastır. Bu, aynı zamanda İslam'ın güzelliğini tebliğ etmenin en etkili yollarından biridir.