İç Huzur ve Sekinet
Sonucun Allah'tan geldiğini bildiği için, aşırı stres ve endişeden kurtulur, kalbi mutmain olur.
İslam'ın en derin ve en çok yanlış anlaşılan kavramlarından biri olan tevekkül, müminin hayat yolculuğunda ona huzur, cesaret ve sarsılmaz bir güç veren manevi bir zırhtır. Tevekkül, pasif bir kadercilik veya tembellik değil, aksine elden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra kalbin mutmain bir şekilde Allah'a dayanması ve O'nun adaletine ve hikmetine tam bir teslimiyetle sığınmasıdır. O, çaba ile kader arasındaki ince çizgide yürüyebilme sanatıdır.
Tevekkül, Arapça "vekil" kelimesinden gelir ve bir iş için kendine bir vekil tayin etmek demektir. İslami ıstılahta ise, bir amaca ulaşmak için gerekli olan tüm maddi ve manevi sebeplere sarıldıktan sonra, işin sonucunu Allah'a bırakmak ve O'nun yaratacağı neticeye razı olmaktır. Tevekkülün zıttı, sebeplere sarılmadan beklemek anlamına gelen ve İslam'da yerilmiş olan "tevâkül" yani tembelliktir.
"Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven (tevekkül et). Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever."Âl-i İmrân Suresi, 159
Bu ayet, tevekkülün "karar verip harekete geçtikten sonra" geldiğini net bir şekilde ortaya koyar.
Gerçek tevekkül, asla çabayı ve tedbiri dışlamaz. Aksine, çaba ve tedbir, tevekkülün bir ön şartıdır. Bu konudaki en meşhur hadis-i şerif, bu dengeyi mükemmel bir şekilde özetler:
Bir bedevi, Peygamber Efendimiz'e gelerek, "Devemi bağlayayım mı yoksa serbest bırakıp tevekkül mü edeyim?" diye sordu. Allah Resûlü (s.a.v) şöyle cevap verdi: "Önce onu bağla, sonra tevekkül et!"Tirmizî, Kıyâmet, 60
Peygamberimizin hayatı, bu ilkenin en güzel örnekleriyle doludur. O, hicret ederken tüm tedbirleri almış, savaşlarda zırhını giymiş ve stratejiler geliştirmiş, hastalandığında hekime gitmiştir. Sebeplere sarılmak, Allah'ın kâinata koyduğu "sünnetullah" kanununa uymaktır ve bu da bir ibadettir. Çiftçinin tohumu ekmesi tedbir, o tohumdan ürün vermesini Allah'tan beklemesi ise tevekküldür.
Kişi elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra, sonucun ne olacağı konusunda endişeye kapılmak yerine, kadere iman ederek kalbini huzura erdirir. Kadere iman, olan her şeyin Allah'ın ilmi, dilemesi ve takdiri ile olduğuna inanmaktır. Bu inanç, geçmişe dair yersiz pişmanlıkları ("keşke şöyle yapsaydım") ve geleceğe dair aşırı kaygıyı ortadan kaldırır.
Peygamberimiz buyurur: "Başına bir iş geldiğinde, 'Eğer şöyle yapsaydım, şöyle olurdu' deme. 'Allah böyle takdir etti ve O dilediğini yapar' de. Çünkü 'eğer' kelimesi, şeytanın vesvesesine kapı açar."Müslim, Kader, 34
Gerçek tevekkül sahibi bir müminin hayatında şu güzellikler ortaya çıkar:
Sonucun Allah'tan geldiğini bildiği için, aşırı stres ve endişeden kurtulur, kalbi mutmain olur.
Vekili Allah olan bir kimse, O'ndan başkasından korkmaz. Zorluklar karşısında daha cesur ve dirayetli olur.
Elde ettiği sonuca rıza gösterir. Başarıya ulaştığında kibre kapılmaz, Allah'a şükreder. Başarısız olduğunda ise isyan etmez, sabreder.
Geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin kaygıları arasında sıkışıp kalmaz. "An"ı yaşar ve her durumda bir hayır olduğunu bilir.
Kesinlikle hayır. Gerçek tevekkül, kişinin üzerine düşen tüm sebeplere (tedbir) sarıldıktan, elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra, sonucu Allah'a bırakması ve O'nun takdirine razı olmasıdır. Sebeplere sarılmadan beklemek, tevekkül değil, 'tevâkül' yani tembelliktir.
Bizim çaba göstermemiz de kaderin bir parçasıdır. Allah, bizim irademizle seçeceğimiz yolları ve göstereceğimiz çabayı ezelden bilir. Biz sonuçtan değil, niyetimizden ve çabamızdan sorumluyuz. Çaba, Allah'ın koyduğu 'sünnetullah' kanununa uymak ve fiili bir dua etmektir.
Hayır, aykırı değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) hem kendisi tedavi olmuş hem de ashabına tedavi olmayı emretmiştir. Doktora gitmek ve ilaç kullanmak, şifa için gerekli sebeplere sarılmaktır (tedbirdir). Şifayı verenin ise yalnızca Allah (eş-Şâfi) olduğuna kalben inanmak ise tevekküldür.